27 Ekim 2009 Salı

RESİMLER DÜNYASI

-->




-->


-->


-->

-->


















-->

RESİMLERİन DÜNYASI







8 Mart 2009 Pazar

seyahattır ömür


                                                             GÖNÜL ALEMİ



Dünya bir sırdır, gönülde,fikirde ,ne varsa yürekte ,dökülür inciler gibi kelimelere...
şiiirler hikayeler
                                                           ZOR ZAMANLARDA

Gönül seni neylerem, hangi diyarlarda seyrelerem,GÖNÜL ALEMİ


TURNAM BENİDE AL YANINA


ÖTELERDE BIRAKTIĞIM YERLERE,,,,,

BULUTLARLA YOLDAŞ OL DA GİTTİĞİN YERLERE

YAĞMUR OL,HAYAL OL,UMUD OL,,

KADER GÖTÜRDÜĞÜ YER UZAK KIŞ DİYARI,

SEN GEL EMİ TURNAM

BAŞIMI ALIP BURALARA YERLEŞEM,MESKEN EDİNEMM,

BİR LAHZA, BEYAZ TAŞA GURBETTE ÖLDÜ DİYENE KADAR,

SELAM ET TURNAM GEÇTİĞİN O YERE ,KANADININ ALTINDAKİ

HATIRALARAAAAAAA,

TURNAM YANLIZ GİTME ,YANLIZLIK KÖTÜ

AVCILAR VURMASIN SENİ GİTTİĞİN DİYARLARDA

SELAM ET TURNAM SELAM ET BENDEN GİDENLERE

TOPRAGA KARIŞANLARA,KARIŞMAYANLARA SELAM ET 

Gönül alemi adını vermemin yegane sebebi,bu duyguları yaşatan yegane iç alemi olması ve insanların duygularını kalbiyle yani gönlüyle hissetmesidir .Aslında gönül veciz bir söz mantığa bakarsan,bir organ asıl işi yapan beynimiz ama biz kalbimizi sevgiye yer gösterdik çünkü o olmadan yaşam olmuyor en önemli organımız olarak onu görüyoruz,halbuki beynimize bir şey olsa o manevi hissi duymayacak belkide algılamayacağız . Benim düşüncem , hislerimizi en değerli yerimizde olmasını ruhumuza en saklı yer olarak gösteriyoruz , hayatı atan kalp bitmesiyle de bitiyor diyoruz ve düşünüyoruz .. Halbuki Rabbimiz "hiç bir yere sığmadım da kulumun kalbine sığdım diyor , kalbin önemi ortaya çıkıyor  ...



müzik - meftun oldum yar - ask - ayrılık - sevgi - siir - yar
Küçük ellerini pantolon cebine sokup , ısınmaya çalıştı. Elleri hep üşüyordu, keşke babası biraz daha para kazanabilse ona bir ceket alabilseydi. Yavaşça eve doğru yürümeye başladı bugün arkadaşlarının kürklü kapişonlu ceketlerine imrenerek bakmıştı. Şu burnuda akmasa ne iyi olurdu. hep akıyordu ve onla dalga geçiyorlardı, mendili bile yoktu bir bez parçası bulmuştu onuda heryerde çekemiyordu. Sanki herkes onun bu yokluğunla alay ediyordu . Gözleri dolmuş , gökyüzüne doğru baktı . Annesi ellerini hep yukarı açar dua ederdi. Kimle konuşurdu dua neydi bilmezdi, ama birşeyler istendiğini biliyordu, ellerini açtı , Annem senden istiyor , bende istiyorum ,bana bir ceket, birde evimize odun yolla neolursun dedi. Aynı annesi gibi yüzüne ellerini sürüp yola devam etti. Yarım saat yürüdü sonderece üşümüştü , eve gelince koştu , hemen kapıyı tekmeledi ,annesi açtı ,kapıyı açarken içeriiden bir sıcaklık hissetti '' gelsene yavrum donmuşun,'' annesinin sıcak elleri onu sarmalamıştı ne olduğunu anlamadı kendini yerde buldu. Gözlerini açtığında annesinin endişeli gözleriyle karşılaştı, gülümsedi ısınmıştı,artık üşümüyordu. Babasıda yanındaydı elinde birşey vardı ,'' bak bunu görüyormusun ,bunuda sana aldım'' ceket vardı elinde hemde arkadaşlarının kinden ve beslenme çantası . Hemen kalktı sevinçten babasına sarıldı , ağlıyordu, üşümeyecekti artık. Babasını işe almıştı iyilik sever bir amca ve zekatını vermişti. Birde eve kömür yollamışlardı. Hemen ellerini açtı '' TEŞŞEKKÜR EDERİM''.......Minik kalbi okadar sevinçle dolmuştuki ...

AKŞAM SEFASI
Akşam sefasının kokusu okadar güzelki . Her akşam bu güzel kokulu agacın yanında oturmak ve o güzel kokuyu teneffüss etmek , bana verilen güzelliklerden biri. Sonra gecenin yıldızları çıkmaya başlıyor , ve dolun ay' da misafir oluyor, geceye. Aklımıza hiç gelmeyen kelimeler beynime bu güzelliklerin sahibini diüşündürmeye başlıyor. Parlak yıldızların her biri sanki herbirimiz kimi parlak kimi sönük... Havada sovumaya başladı ,artık sonbaharın etkisiyle gece yavaş yavaş değişmeye başlıyor. O güzel kokuyu içime çekip , çiçege yaklaşıp onla sohbet ediyorum ( tek taraflı ) ondan ayrılırken sahibine şükrettim.
HATIRLARMISIN
BU DÜNYANIN HER CANLI İÇİN SON OLDUĞUNU,
ŞU GÖZLER GÖRMEDİ Mİ?
BÜTÜN CANLILARIN SON NEFESİNİ VERİŞİNİ,
ŞU KULAKLAR DUYMADI MI?

BİZİ BAĞLAYAN SEVGİLERİN, HER ZERRESİ,
KALPLERDE ERİYİP SOLDUĞUNU, HİSSETMEDİN Mİ?
SON HATIRASIN SEN, BİR BABANIN,
HIÇKIRMAK FAYDA ETMEZ, SON ANIN..

KÜÇÜK BİR ÇOCUĞUN HIÇKIRIKLARINI, HATIRLARMISIN,
DUMANLI GÖZLERİNDE Kİ ISTIRABI, ANIMSARMISIN.
GECELER BOYU AĞLADIĞINI , O'NA BAKAMADIĞINI
SON ANIN YAKLAŞTIĞINI, HATIRLARMISIN...

GÜNLER Mİ, KISALDI,GECELERMİ?
SARMIŞ ZEHİR HER TARFINI, KIVRANIP DURUR NİYE?!!!
AYRILIK VAKTİ GELDİĞİNDE,
İLK DEFA SARMIŞTI SENİ O KARANLIK ÖZLEM...

ŞEVKATİYLE SARMAK İSTEYİŞİNİ,
SON KEZ ANLADIĞINDA GİDECEGİNİ, O AN,
KARARAN GÖZLER SÖNERKEN O SON GÜLÜMSEMEYİ...
EVLADINA, HATIRLARMISIN....
SON HATIRAN

İlgili aramalar:


MEFTUNUM YAR

AŞKIM, AŞKIM SANA SESLENİYORUM, NERDESİN
GÖNLÜM ,SENSİZ, YANGINLARDA ,YANIYORUM
DÜNYA DENİLEN BU HANDA, BUNALIYORUM
HASRETİM, SANA HASRETİM ANLA YARR..
AŞKIM, AŞKIM NEREDESİN, ÜŞÜYORUM BU RÜYADA
DERTLER HEP COŞMUŞ, ÜSTÜME GELİYOR
SENSİZLİK BAĞRIMI YAKMIŞ, YANIYORUM KORLARDA.
HASRETİM SANA HASRETİM ANLASANA

CANIM YANIYOR ,SENSİZLİK ÖYLESİNE ZORKİ,
HERŞEYİ ÖNÜME SERDİN AMA SEN HERYERDEYKEN
SENSİZLİK İÇİNDE KAYBOLDUM,KAYBOLDUM

GÖZLERİMİ YUMUNCA SENLE KONUŞUYORUM
DERTLERİM DEPREŞİYOR,SANA AÇILIYORUM
BANA ÖYLESİNE YAKINSINKİ,ANLATAMIYORUM
HANİ KANATLI KUŞLARIN VARYA UÇARLAR,
SESSİZCE KAYBOLURLAR, UFKA DOĞRU
DOLUP TAŞAN NEHİRDEN YAŞLAR YAA

ÖZLEDİM, ÖZLEDİM ,MEFTUNUN OLDUM YAR
BU UZUN YOLCUKLUK BİTMEZ YAR...
YAR, GÖNLÜMÜN SAHİBİ,SENİ ÖZLEDİM
SENİ ÇOK SEVİYORUM AMA ÇOK .........


GÖÇMEN KUŞLAR
Yolun başında durmuş gelip geçene bakıyordu. Ağarmış sakallarını sıvazlayıp duruyordu . Başında ki kalpagını düzeltip yeniden karşıdaki denize bakmaya devam ediyordu. Torunu yanda çakıl taşlarıyla oynarken yanına eski arkadaşı Mehmet geldi. Selamlaştılar oda yanına oturdu, eskiden olan hikayeleri tekrar yad etmeye başladılar. Küçük torunu onlara baktı derinden sohbete daldılar , onu unutmuş gibiydiler, yavaşça denizi daha iyi seyredebilmek için uçuruma doğru yaklaştı büyük kayalardan aşağı ayakları sarkıttı, yere oturdu,elindeki çakıl taşlarını atmaya başladı.Gözlerini denizden alamıyor ve gökyüzündeki kuşları seyretmeye başladı "v" şeklini almışlardı güneye doğru uçuyordular."Dedesi göçmen kuşların güneye sıcak memleketlere gittiğini söylemişti". Çocuk düşme tehlikesini fark etmediği için dedesinin yaşadığı korkuyu yüzünde göremedi,belinden geriye çekildiğini hissetti."Yavrum sen ne yapıyorsun ! düşersin buradan, derken sesi titriyordu , yaşlı adamın. Torununa sımsıkı sarıldı,gözlerinde şevkatle sarıldı. Onu bankın yanına götürdü, "sende uçup gidecektin göçmen kuşlar gibi.." derken onu oturttu ve yanına oturdu. Derin bir soluk aldı, "Sakın bir daha oturma ve fazla yaklaşma tamam mı, söz ver bakim bana " dedi ve gözlerinin içine baktı.Dedesinin gözlerini çok seviyordu ona şevkatle bakıyorlardı. Onu üzmemek için hemencecik" Tamam dedecim söz! dedi. Dedesi durdu ve her zaman yaptığı gibi anlatmaya başladı . Mehmet amcada onlarla oturmuş Hüseyin dedeyi dinlemeyi başladı. "Birzamanlar bizim memlekette senin gibi küçük bir kız vardı,bu küçük kızın babasını arkadaşı ,öfke sonucu yaraladı ve kısa zamanda öldü. Küçük kızın babası ölünce kardeşiyle iyice yetim kaldılar . Anneleri tekrar evlendi ama babasız olmuyor işte. Dedesi onu koruyup kolluyormuş ama o yavrucak ta baba özlemi çokmuş. Çünkü babasızlığı hep karşısına çıkıyormuş. İtilip kakılıyormuş, fakirlik bir yandan zor bir yaşamları varmış. Küçük kız çok sıkıldığı zamanlarda böyle yüksekçe yerlere gider kenarına oturup ağlarmış. Sanki orada tüm sıkıntıları gidermiş. Böylece seneler geçip giderken kızımız büyüdü, ama o hep kayalığa gelip oturur gökyüzüne bakarmış sanki bir haber alacakmış gibi.. Bir gün gökyüzünde göçmen kuşlar belirmiş yine güneye göç ediyorlarmış kızımız ne görmüşse koşarak köye gelmiş, bizlere buradan hepimiz gideceğiz güneye diye söylemeye başladı. Hepimiz güldük tabi. Çok geçmedi muhtar bize devlet aracılığı ile (K) a göçmen olarak gitmek isteyenlerin yazılması gerektiğini söyledi. Bizde o fakirlikten kurtuluruz diye göçmen olarak yazıldık . Çok azımız kaldı geride. Bizde göçmen kuşlar gibi güneye göç ettik. Yıllardır da burdayız yavrucum. O kız caz da geldi kocaman bir ailesi oldu ve yavruları göçmen kuşlar gibi dağıldı yaz oldu mu ona geri geliyorlar. şimdilerde o fakir kız çok zengin kendine yeten biri. Dedi ve durdu yine gözlerinde yaşlar belirmiş ti . "Dede cim neden ağladın " torunu da hislenmişti ağlamasına dayanmadı. Parmak ucuyla göz yaşlarını silmeye çalıştı dedesinin."O ölen benim güzel oğlumdu , hafızım dı, o kız da torunum du." " Çok özledim memleketi ve " dedi gerisi gelmedi. "Biz zaten bu dünyaya misafir gelmedik mi , az kaldı zaten kavuşuruz gidenlerin ardından. Yerlerinden kalktılar ve köylerine doğru giderlerken denizin üstünden göçmen kuşlar güneye doğru ilerliyorlardı.


HATIRAMI ALDA GİT
Yaşama umutla saklanan bi sır gibi,

Kapattıık kapıları manasızca yarına,

Gönlümüzün gözünü çıkartık manasızca,

Sevinçleride gömdük geriye umutlarıda

YALNIZLAR
Hep yanlızlar kervanında

Hayaller peşinde koşanlar

Kalabalık içinde kaybolan

Yanlızlar var ya..

YUSUF PETER BLADEN

Nasıralı İsa’yı beklerken, Tokatlı Dursun geldi!



Bir Türk’le tanıştı, hayatı değişti. Müslüman oldu. Avustralya’dan göçüp Türkiye’ye yerleşti. Kazıklandı. Tehdit edildi. Parası gasp edildi. Ülkeden kovuldu. Sonunda kanser oldu. Hâlâ İslâm’ı ve Türkler’i çok seviyor. Altı aylık ömrü kaldı. Menemen yiyebilmek ve Tokat’ta ölmek istiyor


--------------------------------------------------------------------------------

Adı Peter Bladen. İkinci Dünya Savaşı gazisi, şair, yazar. Hayatı boyunca domuz eti yememiş, alkol ve sigarayı ağzına almamış. Hiç evlenmemiş. Hiç ölmeyecekmiş gibi çalışan ama yarın Hz. İsa gelecekmiş gibi ahirete hazırlanan dini bütün bir Avustralyalı Hıristiyan.

Barselona’da 12 Temmuz 1976’da saat 05:00’te bir Türk’le tanıştı ve hayatı değişti. Uşaklı Lütfi Öge isimli bu Türk’ten İslamiyet’i öğrendi. 1983 yılında Melbourne’daki Türk konsolosluğuna giderek Müslüman oldu. Burada Yusuf adını aldı. “O benim oğlum, çocukları da torunum” dediği Öge ailesinin Avustralya’ya gitmesi için yardımcı oldu. Öge ailesi, Avustralya’ya yerleşerek yaşamaya başlar.

İlk Türk kazığı!

Mr. Bladen ise, Türkiye’ye gelir. Sokaktaki insanımıza âşık olur ve burada yaşamaya karar verir. İstanbul Maltepe’de çok sevdiği bir sokakta ev sahibi olmak ister. Önceden tanıştığı dini bütün bir aileden yardımcı olmalarını rica eder. Ordulu temiz bir ailenin biri öğretmen diğeri Taksim Meydanı’ndaki ünlü bir otelde şef olan oğulları Mr. Bladen’in yardımına koşar (!). Bladen, üç katlı bir ev beğenilir ve o zamanın parasıyla 8 milyon lirayı (bugünün 22 bin doları) teslim eder. Ancak sıra tapuyu almaya geldiğinde işin rengi ortaya çıkar. Tapuda Mr. Bladen’in adı yoktur. Dolandırıldığını anlayan Bladen itiraz eder. Bunun üzerine iyiliksever (!) insanlar bir notere giderek, Mr. Bladen’e aldıkları parayı 10 yılda geri ödeyeceklerini gösteren bir belge imzalarlar. Hem de Türk Lirası olarak... Üstelik bu belgeye sekiz yerine dört milyon yazdırırlar.

Garip Avusturyalı’ya evde yaşayabileceği söylenir ama terk edip gitmesi için de tacizler başlar. Bunun için emniyetteki tanıdıklarını da kullanırlar. Müslüman Yusuf, tam bir hapis hayatı yaşamaya başlar. Kimselerle görüşmesine izin verilmez. Bu sırada Kardeşler isimli hayat hikayesini anlattığı kitabın yarısına geldiğinde ağır hastalanır. Üzüntüsünden kahrolan Yusuf, 12 Mayıs 1987 gecesi öleceğini zanneder. Aynı gece kahverengi bir el kendisine bir meyve ikram eder ve bir ses bu meyveyi yemesini ister. Yusuf, meyveyi yer ve o esrarengiz gecenin sabahında sağlıklı bir şekilde uyanır.

Ancak Yusuf’un o evdeki çileli hayatı değişmez. Beş vakit namaz kılan iyiliksever (!) oğulların annesi Yusuf’a yapılanlara çok üzülür. Bir gözü kör olur, bir eli de felç. Zavallı kadın “Bu ev şeytan dolu” diyerek evi terk eder.

Hızır Aleyhisselam’ın kendisine sürekli yardımcı olduğuna inanan Yusuf, yine sıkıntılı bir gece ilginç bir rüya görür. Koca İstanbul’da beş parasız kalan Yusuf rüyasında ertesi gün iyi bir insanla karşılaşacağını görür. Başına gelecek iyi veya kötü olayları önceden hep rüyasında görebilen Yusuf bu rüyaya inanır. Ertesi gün gerçekten kader Yusuf’la o iyi insanın yollarını Maltepe’de bir camide kesiştirir. Yusuf, tek kelime İngilizce bilmeyen gemi işçisi olan Tokatlı Dursun ile hemen dost olur. Dursun Oğlakçı isimli genç, Yusuf’un başına gelenleri öğrenince kitaplarını da alarak onu doğru Tokat’ın Üçgöl köyüne götürür. Bu katıksız aile Mr. Bladen’e kapılarını sonuna kadar açar. Dursun ve ailesi, ona çok iyi bakar. Aileden biri olarak kabul eder. Bu temiz insanların davranışından çok etkilenen Bladen, ölene kadar burada yaşamaya karar verir. Bladen artık köyün Yusuf Dede’sidir.

Tokatlı Peter!

Yusuf Dede, gerçek İslam’ı 10 yıl yaşadığı bu küçük köyde hiç dilini bilmediği insanlardan öğrenmiş. Saf Anadolu insanını burada tanımış. Fakat ev olayında Yusuf Dede’yi kazıklayan insanlar onu burada da bulmuşlar. Bu sefer de Yusuf Dede’nin tarihi eser kaçakçısı olduğunu, yanındaki eski paraları da Tokat Müzesi’nden çaldığını iddia etmişler. Sözkonusu kişilerin emniyetteki tanıdıkları sayesinde Yusuf Dede gözaltına alınır. Tokat’a girişi yasaklanır. Sürgün hayatı yaşayan Yusuf Dede, Amasya’ya gider. Tokatlı Dursun onu yine yalnız bırakmaz ve birlikte giderler. İki yıl süren gözetim süresinden sonra eski paraların hiçbir değerinin olmadığı anlaşılır ve Yusuf Dede beraat eder. Ancak yine de tacizler devam eder. Emniyetteki malum kişiler yurtdışına çık baskısı yaparlar. Yusuf Dede çaresiz ülkeyi terk eder.

Yusuf Dede, tüm bu olanlara rağmen hâlâ iyi şeyler düşünebiliyor. “Herkesten nefret ederek Allah’a yaklaşamazsınız” diyen Yusuf Dede, Türkiye’ye İslamî bir hayat yaşamak için geldiğini, yaşadıklarının da bir imtihan olduğunu söylüyor. “Nereye gidersen git Türkiye’de sana rahat yok!” diye tehdit eden Maltepe’deki insanlar için de kötü düşünmüyor. Aksine onlar için üzülüyor.

Evini ve parasını kaybeden Yusuf Dede, Şeyh Nazım Kıbrizi’ye ulaşır ve durumunu anlatır. Kıbrizi’nin cemaati sayesinde Yusuf Dede, Londra’da ve Kıbrıs’ta yaşar. Aynı cemaatin Michigan’daki dergahında çalışır. Sonra Nakşibendilerle tanışır. İslâmî bilgilerinin çoğunu bu cemaatte öğrenir. Fethullah Gülen âşığı olan Yusuf Dede, onunla yıllar önce New York’ta, cami çıkışında karşılaşmış. Yusuf Dede’yi hem kitaplarından dolayı hem de kimliğinden dolayı dünyanın dörtbir yanındaki Türk cemaatler tanıyor. Her kıtadan dostları var. Yenilikçiler’in lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı bile tanıyor. New York’ta karşılaşmışlar.

Yusuf Dede, yurt içi ve yurt dışındaki cemaatlerin yanı sıra Türkiye’yi de çok iyi tanıyor. Gezmediği yer kalmamış. Türkiye ve tarihi hakkında bir kitabı var. Mimar Sinan isimli bir piyesi var. Eserin bir kopyası Mimar Sinan Üniversitesi’nde, diğeri ise Avustralya Milli Kütüphanesi’nde. Nasrettin Hoca ile ilgili de bir müzikal komedi yazmış. Rize’den çok dostu var. Çanakkale’de 18 ay yaşamış. En büyük ideali, Çanakkale Savaşı’nda şehit olan Türk ve Anzak askerlerin anısına Türk—Anzak ibadethanesi yaptırmak. Ancak buna ömrü yetmeyecek. Çünkü Yusuf Dede, pankreas kanseri. Avustralya Gazi Hastanesi’nde tedavi gören Yusuf Dede’ye doktorlar 6 ay ile bir yıl arasında ömür biçmişler.

79 yaşındaki Yusuf Dede’nin hikayesi elbette bu kadar değil ama uçağı kalkana kadar ancak bunları konuşabildik. Türkiye’yi o kadar seviyor ki, İstanbul’da yanında kaldığı aile hastalığın tüm görünen belirtilerinin kaybolduğunu söylüyor. Yusuf Dede’yi, tedavi görmek üzere Avustralya’ya uğurladık. Ama o kısmet olursa yeniden dönmek istiyor. Çünkü onun son isteği Üçgöl Köyü’nde menemen yiyebilmek ve burada ölmek...

Yusuf dedemin bu hikayesini aksiyon dergisinden alıntı yaptım. Kendisi de bizim dedemizdi, garip geldi garip gitmişti..O nun herzaman o güzel gülen gözleriyle tebessümü aklımda kalacak....Yüreginin güzelliği hep yüzüne yansırdı. İmanın hakikatine ermiş ve yaşamış ve yaşadıklarını yazmış duygusal birde yazardı, şairdi...keşke dilini iyi bilipte yazdıklarında tercüme edebilseydik...Allah rahmet eylesin Yusuf dede....

Sedef Çiçeği

27/08/2007


Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla suskun, Ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözleri ve keskin çizgileriyle bıkkın bakışları süzüyordu etrafını...

Ve Hakimin tokmak sesiyle sustu uğultu ve tok sesiyle, sözü yaşlı kadına verdi, hakim...

- "Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun...?"

Yaşlı kadın derin bir nefes çektikten sonra baş örtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı...

- "Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan..."

Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda... Sessizlik bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu, kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından... Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı, kadın neler diyecekti. Herkes onu dinliyordu.. Yaşlı kadının gözleri doldu... Ve devam etti...

- "Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim... O bilmez... 50 yıl önceydi... O çiçeği bana verdiği çiçeklerin arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm.. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim... Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım... Her gece güneş açmadan önce bir tas suyla sulayacağım onu diye... İyi gelirmiş dedilerdi...

50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi... Ta ki geçen geceye kadar... O gece takatim kesilmiş.. Uyuyakalmışım... Ben böyle bir adamla 50 yıl geçirdim... Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim... Ondan hiç bir şey göremedim.. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim.... Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."

Hakim, yaşlı adama dönerek;

- "Diyeceğin bir şey var mı baba" dedi.

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi.

- "Askerliğimi, reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım, o bahçenin görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim... Fadime'mi de orada tanıdım... Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim... O çiçeklerle doludur bahçesi... Kokusuna taptığım perişan eder yüreğimi...

İlk evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime götürdüm... Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi.. Her gece uykusunu bölüp, uyansın, gezinsin dedi... Hekimi pek dinlemedi, bizim hatun... Lafım geçmedi... O günlerde tesadüf bu çiçek kurudu... Ben ona gece sularsan geçer dedim.. Adak dilettim... Her gece onu uyandırdım. Ve onu seyrettim... O sevdiğim kadının yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim... Her gece o çiçek ben oldum... Sanki... Ona bu yüzden tapabilirdim..." dedi adam o yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle...

- "Her gece O yattıktan sonra uyandım... Saksıdaki suyu boşalttım... Sedef gece sulanmayı sevmez, hakim bey.. Geçen gece de... Yaşlılık.. Ben de uyanamadım.. Uyandıramadım... Çiçek susuz kalırdı amma, kadınımın boynu yine azabilirdi... Suçlandım.. Sesimi çıkartamadım..."

O an Mahkeme salonunda her şey sustu...

Ertesi sabah gazeteler "Sedef susuz kaldı" diye yine yalnızca neticeyi haber yaptılar. KIRIK AMBARDAN ALINTI

1 Mart 2009 Pazar

kaplıcalı





 Kaplıca köyü,
1974 e kadar adı Dhavlos Tu ,1974 'te Türkiye 'den göçmenlerin gelmesi ile adını denizden çıkan sudan aldıgı söylenir,aslında bana kalırsa sahilde bulunan bir otelin banyoloarı olan yerin varlıgından buranın ılıca oldugunu düşünerek kaplıca adını vermişler.
 Kaplıca köyüne yerleşen göçmenler,karadenizin çaykara uzuntarla köyünden alınıp buraya kadar yerleştirildi.ORANIN ahalisinin özelligi ise yunanca ile türkçe karışımı bir ana dillerinin olması,adaya yerleştikten sonra bu dili yeni nesile aktarılmadıgını belirtmek isterim,ana dil Türkçe şuanda,nufusu artı,okuyan nesil çogaldı,köylüler herzaman savaş çıkacak endişesi ile uzun zaman evlerini bile tamir etmezken yeni nesil yeni evler yapıp ,bu adanın yerleşimcisi oldu,eskiler yAZ oldumu eski vatanlarına yaylalara çıkıyor ,Türkiyeye o yemyeşil yaylalarına çaykara' ya dönüyorlar,köyün genç nufusu adanın çeşitli yerlerinde çalıştıkları için hafta içi ,köy boş gibi,hafta sonu herkes köye dönünce cıvıl cıvıl oluyor.Kaplıca nın eski Rum köylüleri de arada gelip hasret gideriyorlar...Kaplıca köyünde dagal bir manzara var,kuzeyinde deniz ,güneyinde beş parmak dagları yeşil ormanları bulunmakta,köy ,bir platonun üstüne kurulmuş ,denizden daga dogru yukarı çıkılır ve insana iyi bir spor yaptırır,denizden köye girerken yemyeşil çamlarla kapalı yoluna girersiniz,yolun her iki tarafına çam oldugundan tünel gibi köye girersiniz,ortasında yeni yapılmış camisi var,camiyi yardımlar ve arapların,devletin işbirligi ile yapıldı,köyün çıkışında eski rumların kiliseside bulunmakta,köy yıllar geçtikçe,büyümekte ve yenilenmekte.Köyün kuzeye bakan kısmında sol tarafında karavan ve otel,yeme içme yeri yapıldı,turizime açık,sag tarafında liman ve üst kısmında da mavi otel açıldı.Çevrelerde de yeni yerleşenler,kışın yemyeşil bir güzellige bürünürken kış soguk geçer,yazsa bunaltıcı bir sıcagı vardır.
Bir ilkokulu da bulunmakta,köy içinde de eskiden kalma oteli ,köylü kullanmakta altı kahve,üstede kalanlar var,köyün bir de kooperatifi var,onun altında da bir dönerci açıldı,limanın sag üstünde de balık lokantası var palmiye resttorantı var,oldukça güzel bir köy,olmasakta kalmasakta o köy bizim köyümüz...:).Turizim açısından gelişen ,gelenlere iyi bir konfor sunabilecek yataklı oteli ve denizinden faydalanabilecek. Köyün limanından balıkçılık yapan köylüler var..Eskisi gibi balık çıkmasada ,balıkçılık eski nazaran yeni teknoloji ile yapılmakta,el oltası,cikla,dalıp avlama,vs. avlama türleri yapılmakta,köyde çifçilik yapılmakta,inek ,koyun,beslemekte,arazide zeytin,keçi boynuzu (harnup)yetiştiriliyor,uzun zamandır kuraklık ve bakımsız kalan agaçlardan ne kaldıysa..Ormanlık alan çogaldıgı içinde tarıma elverişli yerlerde tükenmekte.Kaplıca köyünün birde spor kulubü var,oldukça iyi ,kendileri trabzon sporlu oldukları için
  
https://www.facebook.com/groups/karadeniz61spor/  kulubu var..

onlar trabzonlu sporcular...
Bu linklerde köyle ilgil diger linkler,
https://www.facebook.com/pages/Kapl%C4%B1ca-Famagusta-Cyprus/110238662327581
https://www.facebook.com/groups/352073054826440/
https://www.facebook.com/groups/202037166504418/
https://www.facebook.com/groups/19280056156/
https://www.facebook.com/groups/kaplicabeach/
BİR GENERALİN KALEMİNDEN KAPLICA… : Kaplıca doğal limanında, İngiliz Sömürge Dönemi’nin en güzel örneklerinden sayılan bir harub ambarı bulunmakta… Bu bölgeyi ziyaret eden General Louis Palma di Cesnola, burada bulunan harabelere ilişkin izlenimlerini 1887 yılında yayınladığı kitabında şu şekilde anlatmış:“Flamudi (Mersinlik) köyünden 20 dakika doğuda adı DAULOS (Davlos - Kaplıca) olan bir burun vardır ki modern coğrafyacılar burasını Aphrodisium olarak işaretlemişlerdir. Ancak muhtemelen bu kalıntılar Davlos’un 25 dakika doğusundadır. Buradaki harabelerin yanında bariz şekilde görülen bir liman ve dalgakıran vardır. Ayrıca sahilden birkaç yüz yarda içerde geniş bir alana yayılan bir şehre ait Korint sutun başlıkları ve mermer ile mavi granitten yapılmış oluklu sütunlar yarı yarıya toprakla örtülüdür.”Demiş General Louis Palma di Cesnola. Gerçekten arkeolojik olarak bölge çok zengin arkeologlar buraya gelip çalışma yapsalar günışığına çok değerli parçaları çıkarabilirler.” 
kaplıca köy limanı

kaplıca limanı



 
sahildeki kilise,


kilisenin altında iki tane koy var ve çok güzel yüzme yeridir,iyi piknik yapılır..





kaplıca köyü limanın dan görüntü




mavi otelden sonra palmiye restoranta ugrarsınız


restorantın hemen yanında yuvarlak otel var sonra güneye dogru köye girersiniz

köyün sol kısmı kuzeye bakan kısmında da başka plaj var .burda da otel ve karavan yeri var

kaplıca turizim bu işle ugraşıyor

kaplıca sahili plaj ve otel







çadır ve karavanlada kalabileceginiz bir ortamı bulunmakta,daha ayrıntı istenirse verilen linklerden ayrıntılı bilgi
alınabilir.








köye giriyorsunuz ve ilerliyorsunuz,

yukarı çıkıyor,köyün bir başka eski oteli de arabaların oldugu yerde yanında ilkokul bulunmakta



yukarı çıkıldıkça solda çocuk parkı yanda market bulabilirsiniz



kaplıca köy camisi

 Kaplıca  köyü , KKTC’nin  kuzeyinde , deniz  ve  ormanla  içiçe,  köy  halkının  tamamı  Trabzon  ili  Çaykara  ilçesi  uzun  tarla  köyünden  1975  yılında   göçmen  olarak  Kaplıcaya  yerleştiler.

Kaplıca  köylüleri,  Trabzonda  hemen  hemen  bütün  evlerde  Hafız  yetiştirip TC’nin  değişik  şehir  ve  köylerine  hoca  olarak  göreve  giderlerdi. Belli  bir  dini  bilgi  birikimine  sahip,  oldukları  için  ve  Kaplıca  köyünde , caminin  bulunmayışından  dolayı  köye  yeni  ve  büyük  bir  cami  yapma  ihtiyacı  duymuşlardır. Bu  kararlılıkta  maddi  imkanlardan  yoksun  köylüler , 1983  yılında  Kaplıca  köyü  cami  yaptırma ve  yaşatma  derneğini  kurarak  göreve  başladılar. Tamamen  kendi  imkanları  ve  imece  usulüne  dayalı  ve  bu  noktada  örnek  alınacak  tam  bir  dayanışma  içerisinde  camimizin  temelleri 1984’te  atılmış  ve  1988  yılında  dönemin  KKTC  Cumhurbaşkanı’nın  da  büyük  yardımlarıyla  ,tam  dört( 4) yıl  sonunda  tamamlanmıştır.

Camimizin  adı Kaplıca  köyü  cami  yaptırma  ve  yaşatma  derneği  ve  köy  ihtiyar  heyetinin  ortak  görüşleriyle  camimize  ve  üyelerimize  yardımlarını  esirgemeyen  dönemin cumhurbaşkanı Rauf Raif  Denktaş’ın  ismi  verilmiştir, ve  açılışını  da  kendisi  yapmıştır.

Rauf Raif Denktaş  camisi,  Kaplıca  köyünün  tam  ortasında  4 dönüm,  arazi  üzerinde  67  adet  temel  direklerine  oturtulmuş  ve  bina  400 m2  olarak içi 196 m2 erkek 56 m2 bayan  45 m2 kıraathane  18 m2 malzeme  odası  ve  45m2 misafirhaneden  oluşmaktadır. Ayrıca  erkek  ve  bayan  tuvaleti  ve  kubbeli  altı(6)  çeşmeden  oluşan  şadırvanı  ve  tek  şerefeli  33  m uzunluğunda  bir  minaresi  bulunmaktadır.

Kaplıca  Rauf  Raif  Denktaş  camisi  120  hanelik  bir  köye  hizmet  etmekte  ve  ihtiyaçları  halen  Kaplıca  köyü  cami  yaptırma  ve  yaşatma  derneği  tarafından  karşılanmaktadır. Ayni  anda  erkekler  bölümü  300  cemaat  kadınlar  bölümü  120  cemaate  hizmet  verebilir  kapasitededir.







kaplica RAUF Raif Denktaş cami


NE SAVAŞLAR GÖRDÜ KANTARA KALESİ… : Girne Dağları üzerindeki üç kaleden biri olan ve yaklaşık 700 metre yükseklikteki Kantara Kalesi, Mesarya ovasını ve Karpaz yarımadasına girişi kontrol eden bir konumda. St.Hilarion ve Buffavento kaleleri gibi Arap akınlarının sonrasında Bizanslılar tarafından inşa edildiği tahmin edilse de,yazılı kaynaklarda ilk kez Aslan Yürekli Richard’ın Kıbrıs’ı ele geçirdiği 1191 yılında kaleden söz edilmektedir. Sahtekarlıkla kendini Kıbrıs kralı ilan eden Isaac Comnenus, Richard’ın emrine giren eski Filistin kralı Guy De Lusignan’a yenilince bu kaleye sığınır. Kaçmaya çalışırken yakalanıp, Karpaz bölgesinde esir edilir. Kalenin adı Lüzinyan ve Venedik devirlerinde duyulmaktadır. Bu devirlerde bir çok savaşa sahne olan Kantara Kalesi, Cenevizlilerin 1373’te Lefkoşa ve Mağusa’yı işgal etmelerine rağmen, Kral I.Peter taraftarlarının elinde kalmıştır. Kıbrıs Kralı I.Peter'in kardeşi Prens John'un, Cenevizlilerin elinde tutsak iken kaçarak kaleye sığındığı bilinir. Kale 1391 yılında, Kral James tarafından surlarla çevrilir. 

Venediklilerin adayı ele geçirmesinden sonra, denizden uzak diğer kaleler gibi bu kale de askerden arındırılarak eski önemini yitirir. Kalede savunma yeri, asker odaları, su sarnıcı, tonozlu odalar, işaret kulesi gibi bölümler bulunur. 
Haftasonunda ailenizle birlikte tarihe ve doğaya tatlı bir yürüyüş yapmak istiyorsanız bu bölge size hitap ediyor kaçırmayın. 
Murat BODUR(
http://www.starkibris.net/index.asp?haberID=104738
) alıntı yapılmıştır..


kantara kalesi kaplıca köyünün güney kısmında beşparmak kısmında ,kale köyü kucaklamış şekildedir


kaplıca köy limanı ve mavi otel 

Gelen Misafirler